Unutmak ve Hatırlamak; Yokluk ve Varlık mıdır?

8 yıl önce

Daha çok para kazanayım; zenginliğime zenginlik katayım; daha yüksek makamlara geleyim; daha çok malım servetim olsun; evlerim, arsalarım, arabalarım, yatlarım olsun; şanıma şan, şöhretime şöhret katayım; hülasa bütün “en”ler bende ve bizde olsun; telaş, hırs ve gayesiyle yaşarken: Bizim için türlü eziyetlere, meşakkatlere katlanan, bizim için mücadele etmiş, harplere/savaşlara katılmış ecdadımızı ve tarihimizi unutursak; Bu müşterek şanlı mücadelelerde, kimlerle birlikte olduğumuzu ve omuz omuza verdiğimizi; gönlümüzü, fikrimizi, kültürümüzü, devlet idaresini, ekmeğimizi, suyumuzu kimlerle paylaştığımızı ve kimlerin kara gün dostu olduğunu unutursak; Şehitlerimizi unutursak; gazilerimizi, dedelerimizi, ninelerimizi, baba ve annelerimizi, kardeşlerimizi, akraba ve yakınlarımızı unutursak; bunların ahirete intikal etmiş olanlarının mezarlarını ziyaret etmiyor ve hatta ruhlarına birer fatiha bile okumuyorsak; Ecdadımızın bize bıraktığı, İlahî insânî ve hakiki dinî ve kültürel mirası ve bu mirasın izlerini taşıyan vatan topraklarını bilmiyorsak, tanımıyorsak; günlük hayatımızda bu değerlerimize yer vermiyorsak, yaşatamıyor ve koruyamıyorsak; Dâhilî ve hâricî hasımlarımız bize, sinsi ve planlı bir şekilde, kenarından köşesinden, küçük küçük, azar azar, kelime kelime, cümle cümle unutturarak veya bozarak veya da kasten karmaşık hâle getirerek; dinimizi, kültürümüzü, dilimizi, adeta kemirerek yok etmeye çalışıyor ve biz de bu oyuna gelip, yavaş yavaş bu ulvî değerlerimizden uzaklaşıyor, asimile oluyor ve zaman içerisinde unutuyorsak; Çocuklarımızın isimleri değişiyorsa, ecdadımızın kullandığı kelimeleri kullanmaya çekinir hâle gelmişsek ve zaman içerisinde birçoğunu bize unutturmuşlarsa, bizi bu oyuna getirenler de bizi “bilim dili”, “falan dil şunlara ait”, filan dil dünya dili” gibi bahanelerle ikna edebiliyorlarsa; Mutfak kültürümüzü, giyim kültürümüzü, aile ve mesken/ev iç ve dış mimarî kültürümüzü; eğlence, merasim, düğün, cenaze, sohbet ve samimiyet, mertlik ve dürüstlük, hoşgörülü ve doğru sözlü olma, senetleşme ve emanet kültürümüzü; adâlet, saygı, sevgi ve itaat, çalışma hayatı, idarî ve beşerî münasebetler gibi kültürel yaşantılarımızı yavaş yavaş unutuyorsak veya birileri kasıtlı olarak unutturuyor ve bizi kendilerine benzetmeye çalışıyorlarsa; bunu yaparken de bizi “çağdaşlık, modernlik” gibi bahanelerle ikna edebiliyorlarsa;      Bütün bu menfiliklerin/olumsuzlukların azar azar da olsa ilerlemesine müsaade ediyorsak eğer; her geçen gün giderek mânen “yok” oluyoruz demektir. Ecdadımızın bıraktığı kültürel mirasın, ilim ve fende, idarî, insanî ve kültürel hayatta en yüksek seviyede olduğunu, ya bilmiyoruz, idrak edememişiz, ya da unutmuşuz demektir. Ecdadımızın bıraktığı ilim ve sanat eserlerinin ve arşivlerin günümüzde hâlâ dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile kullanıldığını, ders konusu edildiğini ve birçok alanda temel teşkil ettiğini öğrenememişiz veya bunlar bize kasıtlı veya kasıtsız olarak öğretilmemiş demektir. Öğrenilmemiş ve bilinmeyen şeylerin, unutulması da söz konusu olamaz zaten. Peki, bu bize unutturulmaya çalışılan veya unutuldu zannedilen değerlerimiz, tekrar kullanılabilir, yaşanabilir ve yaşatılabilir mi? Evet, hem de çok kolay bir şekilde. Neden kolay diyorum? Çünkü, bu değerler altın gibidirler, saklansa, gömülse ve eritilse bile yok edilemezler. Su gibidirler, buharlaşsa bile tekrar suya dönüşürler. Neden kolay diyorum? Çünkü, kullandığınız anda veya kullanmayı artırdığımızda canlanırlar, hayata dönerler. Unutuldu zannedilen veya kasıtlı olarak unutturulmaya çalışılmış bir sanatı, icra ederseniz, canlanır hayata döner. Unutuldu zannedilen veya kasıtlı olarak unutturulmaya çalışılmış bir eşyayı, elbiseyi, aleti veya malzemeyi imal eder kullanırsanız, canlanır hayata döner. Unutuldu zannedilen veya kasıtlı olarak unutturulmaya çalışılmış bir ismi, kelimeyi veya cümleyi, konuşurken veya yazarken kullanırsanız, canlanır hayata döner. Daha birçok misal verilebilir bu mevzuda.      Nasıl ki hayat için su, toprak, güneş ve hava gerekliyse; değerlerimiz için de doğru kaynaklardan, öğrenmek, öğretmek, tatbik etmek ve devretmek de aynı mesabededir. Bunlardan biri olmazsa hayatî bir eksiğimiz var demektir. Lâkin, değerlerimizi korumak ve yaşatmak için bunları kararlılıkla ve eksiksiz olarak yerine getirebiliyorsak; özümüzü koruyabiliyor ve maniaları aşabiliyorsak; bu yolda birbirimizi teşvik edip takdirlerimizi belli ederek, birbirimizi her alanda olduğu gibi destekleyip yüreklendirebiliyorsak; azar azar da olsa, bu yolda her geçen gün biraz daha ilerleme kaydedebiliyorsak eğer; bu bizim için “varız”, “var olabiliyoruz”, “var olacağız” anlamına gelir. Hatırlanabilen, konuşulan ve tatbik edilen değerler ancak yaşayabilirler ve varolurlar. Hani derler ya, “..kendine gel, insan olduğunu unutma!”, “..şuna bak adamlıktan çıkmış!”, “..yahu sen nasıl bir insansın?” diye.   “Var” olmak için, “insan” olmak, “adam” olmak için, insanca yaşamak ve yaşatmak için, dînî, insânî ve kültürel değerlerimizi güvenilir kaynaklardan doğru bir şekilde öğrenelim, öğretelim, bunlar bizim hayat tarzımız olsun, bizden sonraki neslimize de bu şekilde öğretelim ve devredelim. Çocuklarımız ve gençlerimiz de bu yolda uyanık, azimli, çalışkan ve geliştirici olsunlar. Çalışmadan, yorulmadan mutlu olmak da, ilerlemek ve adam olmak da mümkün değildir. Allah (C.C.) bu yolda da hepimizin yar ve yardımcısı olsun, yaklaşık 80 milyon vatandaşımızla, hep birlikte, birlik ve beraberliğimizi, huzur ve zenginliğimizi daim eylesin artırsın, İnşallah.

YAZARIN DİĞER YAZILARI